8 Aralık 2018 Cumartesi

Peugeot Efsanesi



Bugün Standel Aslanı’na benzeyen bir sembol, Paris’ten Sydney’e tüm dünya da arabaların, kamyonların ve motosikletlerin üzerinde görülebilir. Bu Avrupa’nın en eski ve en büyük otomobil üreticilerinden biri olan Peugeot’nun arabalarını süsleyen amblemidir. Peugeot hayatına Stadel mağarasına 300 kilometrelik mesafedeki Valentigney köyünde küçük bir aile şirketi olarak başladı. Şirketin bugün dünya çapında 200 bin kişiyi istihdam etmektedir ve bunların çoğu birbirine tamamen yabancıdır. Bu yabancılar o kadar etkin bir işbirliği yapmaktadır ki, 2008’de Peugeot 1,5 milyondan fazla otomobil üretmiş ve yaklaşık 55 milyar Euro gelir elde etmiştir.
Peugeot SA’nın (şirketin resmi adı) var olduğunu hangi anlamda söyleyebiliriz? Pek çok Peugeot markalı araç var, ama bunlar elbette şirketin kendisi değil. Dünyadaki tüm Peugeot araçlar aynı anda hurdaya ayrılıp metal haline getirilse bile, Peugeot SA ortadan kalkmazdı, yeni arabalar üretip yıllık raporlar yayınlamaya devam ederdi. Şirket fabrikalara, makine parklarına, galerilere sahip ve bünyesinde tamirciler, muhasebeciler ve sekreterler istihdam ediyor, fakat tüm bunlar da Peugeot’yu oluşturmuyor. Bir felaket Peugeot’nun tüm çalışanlarını öldürebilir ve fabrikanın idari ofislerini ve üretim bantlarını yok edebilir. Bu durumda bile, şirket borç alabilir, yeni çalışanlar işe alınabilir, yeni fabrikalar inşa edebilir ve yeni makineler satın alabilir. Peugeot’nun yöneticilere ve hissedarları da var, ancak bunlar da şirketi oluşturmaz. Tüm yöneticiler işten çıkarılabilir ve tüm hisseler satılabilir, ama şirket bu durumda da var olmaya devam edecektir.
images (6)6188464116134989780..jpg
Tüm bunlar Peugeot SA’nın yenilmez veya ölümsüz olduğu anlamına gelmiyor elbette. Bir yargıç şirketin kapanması yönünde karar verirse, şirketin fabrikaları, işçileri, muhasebecileri. Yöneticileri ve hissedarları yerinde kalırlar ama Peugeot SA o anda ortadan kalkar. Kısacası, Peugeot SA’nın fiziksel dünyayla temel bir bağı yoktur. Peki, şirket gerçekten var mıdır?
Peugeot bizim kolektif hayal gücümüzün ürünüdür. Avukatlar buna “yasal kurgu” adını verirler. Elle gösterilemez, fiziksel bir nesne değildir. Ancak hukuki bir varlık olarak vardır. Tıpkı sizin veya benim gibi, faaliyet gösterdiği ülkenin yasalarına bağlıdır. Bankada hesap açabilir ve mal mülk edinebilir.
Peugeot bir tür yasal kurgu olan “sınırlı sorumlu şirketler” kategorisindedir. Bu tür şirketlerin ardındaki fikir, insanlığın en dâhiyane buluşlarından biridir. Homo sapiens bin yıllarca bu şirketler olmadan yaşadı. Yazılı tarihin büyük bölümünde, mala mülke sadece etten kemikten yapılmış, iki ayağı üstünde duran, büyük beyinli insanlar tarafından sahip olunabilirdi. Eğer 13. yüzyıl Fransa’sında Jean diye biri yük arabası atölyesi kursaydı, bizzat kendisi işyeri olurdu. Yaptığı bir yük arabası satıştan bir hafta sonra bozulsa, satın alan kişi Jean’ı şahsen dava ederdi. Jean iş kurmak için bin altın borç alıp işi batırsaydı, aldığı borcu ödemek için kendi şahsi mallarını satması gerekirdi: evini, ineğini veya toprağını. Hatta çocuklarını köle olarak vermesi bile gerekebilirdi. Borcunu kapatmaması durumunda da devlet tarafından hapse atılabilir veya alacaklılar tarafından köle yapılabilirdi. Jean atölyesinin ortaya çıkardığı tüm durumlar için tamamen ve sınırsız olarak sorumluydu.
Eğer o dönem yaşasaydınız, bir iş yeri açmadan önce muhtemelen bir daha düşünürdünüz. Elbette bu hukuki durum girişimciliği baltalıyordu, insanlar ekonomik riskler alarak yeni işyerleri açmaya çekiniyorlardı. Yeni bir işyeri kurmak, insanların ailelerini tamamen muhtaç durumda bırakma riskini almasına nadiren değiyordu.
Bu yüzden insanlar kolektif olarak sınırlı sorumlu şirketlerin varlığını hayal etmeye başladılar. Bu tür şirketler yasal olarak kendilerini kuran, şirkete yatırım yapan veya yöneten insanlardan büyük ölçüde bağımsız yapılardı. Geçtiğimiz birkaç yüzyılda bu tür şirketler ekonomik ortamın başlıca aktörleri haline geldiler ve biz onlara o kadar alışmış durumdayız ki, onların hayal gücümüzde yaşadığını unuttuk. Sadece zihinlerimizde var olmalarına rağmen, hukuk sistemlerimiz onları yasal ve adeta etten kemikten yapılmış yaratıklar olarak tanır.
1896’daki Fransız hukuk sistemi de, testere, bisiklet ve yay imal eden bir metal işleme atölyesini ailesinden miras olarak devralan Armand Peugeot otomobil işine girmek istediğinde bu şekildeydi. O da bu amaçla sınırlı sorumlu bir şirket kurdu. Kendi adını verdiği şirket, kendisinden bağımsız bir varlıktı artık. Arabalardan biri bozulduğunda, satın alan kişi Peugeot’yu dava edebilirdi, ama Armand Peugeot’yu değil. Şirket milyonlarca frank borç alıp iflas ederse Armand Peugeot yatırımcılarına tek bir frank bile borçlu değildir. Zira borç, Homo sapiens Armand Peugeot’ya değil, şirket Peugeot’ya verilmiştir. Armand peugeot 1915’te öldü. Şirket olan Peugeot ise hala hayatta ve gayet iyi durumda.
İnsan olan Armand Peugeot, şirket olan Peugeot’yu nasıl kurdu? Büyücülerin ve sihirbazların tarih boyunca tanrıları ve şeytanları yarattığı gibi ve yine binlerce Fransız Katolik papazın her pazar günü kilisede İsa’nın vücudunu yeniden yarattığı gibi. Tüm olay hikâyeler anlatmanın ve insanların bu hikayelere inanmasını sağlamanın etrafında gelişti. Fransız papazlar açısından önemli olan hikaye, Katolik Kilisesi’nin anlattığı şekilde İsa’nın yaşamı ve ölümüydü. Bu hikâyeye göre, kutsal kıyafetlerini giymiş bir Katolik papaz doğru kelimeleri doğru anda ağırbaşlı bir şekilde söylendiğinde bildiğimiz ekmek ve şarap Tanrı’nın bedeni ve kanına dönüşür. Papaz heyecanla “hoc est corpus meum!” (Latince “Bu benim bedenim”) der, ve hokus pokus, ekmek İsa’nın bedenine dönüşür. Papazın titizlikle ve gayretle tüm prosedürü izlediğini gören milyonlarca imanlı Fransız Katolik de, Tanrı’nın gerçekten kutsanmış ekmek ve şarapta yaşadığına inanır.
Peugeot SA ile ilgili asıl hikaye is Fransa Parlamentosu tarafından yazılmış Fransız yasalarıydı. Fransız yasa yapıcılara göre, sertifikalı bir avukat tüm gerekli prosedürleri ve ritüelleri uyguladığında, gerekli tüm yeminleri ve sözleri güzelce süslenmiş bir kağıda yazdığında ve dokümanın altına kendi şatafatlı imzasını attığında, hokus pokus, yeni bir şirket kurulmuş olur. Armand Peugeot 1896’da şirketini kurmak istediğinde bir avukata para ödeyerek, tüm bu kutsal aşamaları geçmesini sağladı. Avukat tüm gerekli prosedürleri ve ritüelleri uygulayınca, yeminleri ve sözleri alt alta yazınca, milyonlarca Fransız, Peugeot şirketi gerçekten varmış gibi davranmaya başladı.images (5)
Etkili hikayeler anlatmak kolay değildir; zorluk hikayeleri anlatmakta değil, herkesin hikayeye inanmasını sağlamaktadır. Tarihin büyük kısmı şu soru etrafında döner: Birileri, milyonlarca insanı tanrılara, milletlere veya sınırlı sorumlu şirketlere inanmaya nasıl ikna eder? Bu başarıldığında Sapiens’e olağanüstü büyük bir güç verir, çünkü bu milyonlarca yabancının ortak bir hedef uğrunda işbirliği yapmasını ve birlikte çalışmasını sağlar. Kendi aramızda, sadece fiziksel olarak var olan şeylerden, örneğin nehirlerden, ağaçlardan ve aslanlardan bahsedebildiysek eğer, devletlerin, kiliselerin ve hukuk sistemlerinin kurulmasının ne kadar zor olacağını bir düşünün.
Yıllar boyunca insanlar çok karmaşık bir hikayeler ağı kurmuştur. Bu ağ içinde Peugeot gibi kurgular gibi sadece yaşamakla kalmaz, ciddi miktarda gücü de elinde toplar. İnsanları bu tür ağlar aracılığıyla oluşturduğu şeylere akademik ortamlarda “ kurgu”, “toplumsal inşa” veya “hayali gerçeklik” denmektedir. Hayali gerçeklik bir yalan değildir. Ben nehrin kenarında bir aslan var dediğimde orada bir aslanın olmadığını gayet iyi biliyorsam yalan söylüyor olurum. Yalanlar oldukça basittir; yeşil maymunlar ve şempanzeler yalan söyleyebilir. Örneğin bir yeşil maymun ortada aslan falan yokken, “Dikkat et! Aslan!” dediği gözlenmiştir. Bu tür bir uyarı doğal olarak, muz bulmuş diğer maymunu korkup kaçmasına neden olurken, yalancının muzu tek başına yiyebilmesini sağlar.
Yalandan farklı olarak, hayali gerçeklik, herkesin inandığı bir şeydir ve bu ortak inanç sürdüğü sürece hayali gerçeklik dünyada belli bir güce sahiptir. Standel mağrasındaki hetkeltıraş, aslan-insan formundaki koruyucu ruha gerçekten inanmış olabilir. Bazı büyücüler şarlatandır, ancak çoğunluğu tanrıların ve şeytanların varlığına sahiden inanır. Pek çok milyoner, paranın ve sınırlı sorumlu şirketin varlığına inanır. Pek çok insan hakları aktivisti, insan haklarının varlığına inanır. Birleşmiş Milletler (BM), 2011’de Libya hükümetinden kendi vatandaşlarının insan haklarına saygı göstermesini istediğinde kimse yalan söylemiyordu, öte yandan BM, Libya ve insan hakları, tamamen kendi bereketli hayal gücümüzün icatlarıydı.
Bilişsel Devrim’den bu yana, Sapiens böyle bir günlük ikilikle yaşıyor. Bir tarafta nehirlerin, asalanların ve ağaçların nesnel gerçekliği; öte yanda tanrıların, milletlerin ve şirketlerin hayali gerçekliği. Zaman geçtikçe hayali gerçeklik daha güçlendi; öyle ki bugün nehirleri, aslanların ve ağaçların yaşamı hayali varlıklar olan tanrılar, milletler ve şirketlerin insafına kalmış durumdadır.
Yayınladığım bu makale Yuval Noah Harari’nin Hayvanlardan İnsanlara SAPİENS kitabından bir bölümdür.

2 Aralık 2018 Pazar

Dönüşüm (Franz Kafka)

 


   Franz Kafka'nın 1915'te yayınladığı Dönüşüm adlı hikayesini kaleme aldığı bazı kişilerce pek beğenilmeyen bazı kişilerce oldukça iyi bir hikaye olduğu kanısında, hikaye diyorum çünkü 104 sayfalık bir kısa hikayedır, henüz 2 gün önce okudum ve kitap hakkındaki düşüncelerim, henüz daha tazeyken yazmak istedim, belkide ilerde tekrardan okuduğum vakit buraya gelip yorumladığım kitabın beynimde ne kadar değiştiğini yani kendimin ne kadar değiştiğini ayrıca görmüş olurum, tıpkı kitabın içerisindeki dönüşüm gibi hepimiz öyle değil miyiz aslında?
  Bizzat ben mesela, her geçen senemi aslında 'burada niye böyle yaptım' demekle geçiyor 'neden böyle bişey soyledim' farkında olmadan her geçen sene gelişiyor muyuz, yoksa sadece değişiyor muyuz? Franz Kafka'da kısa bir hikaye ile bunu bize aktarmaya çalışıyor hikayenin icersindeki insanların değiştiği goreceksiniz, hikayenin içerisindeki gözlemci kişi olan Gregor Samsa'nın değiştiğini göreceksiniz, ve bu değişimin içerisinden hepimiz kendimize bir pay çıkaracağız. 
  Tüm yaşamlar için ortak kelimeler bulucağınız kitabı okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum kısa ama keskin duygularıyla size çok şey katıp ayrıca sizi düşündürecek belki de içinde bulunduğunuz ama farkına varamadığınız gözlemler yapacaksınız, şimdiden iyi okumalar.

28 Kasım 2018 Çarşamba

Amerikan Nazisi: Ku Klux Klan

24 aralık 1865'te Amerika'nın Tennessee eyaletinde kurulan, siyahi karşıtı, beyaz üstünlükçü ve göçmen karşıtı, ırkçı bir gizli örgüttür. Kurucuları kendisini büyücü olarak tanıtan Nathan Bedfort Forrest ve beraberinde Yüzbaşı John C. Lester, Binbaşı James R. Crowe, John D. Kennedy, Cavin Jones'tır. Klanın 3 dönemi olmuştur. 
1. dönemi 1865-1871 yıllarında üye sayıları yaklaşık 550.000 civarındaydı.
2. dönemi 1915-1944 yıllarında olmuştu 1924 yılında üye sayıları zirve yapmıştı yaklaşık olarak 4 milyon üyeleri vardı ve Amerika'nın nüfusu 1924 yılında 114 milyondu.
3. dönemleri ise 1946 yılından günümüze kadar devam etmektedir 2008 yılındaki nüfusları sadece 6 bin kişiden oluşuyor.
Klan kendilerine sembol olarak yanan haç işaretini kullanıyordu.
Klan üyeleri beyaz elbise ve sivri uçlu bir maske takıyordu.
Ku Klux Klan örgütü Amerikan iç savaş sonrasında siyahilerin kazanmaya başladığı haklara, özgürlüklere ve siyah-beyaz eşitliğine karşı çıkmıştır.Amaçlarına ulaşmak için şiddet ve teröre başvurmuslardır.Örgüt ayinlerinde siyahı kişileri kurban ettikleri bile söyleniyordu.
Örgüt 1950 ve 1960'larda dağılmasına rağmen tekrar canlanmıştır. Günümüzde bazı bölgelerde halen propaganda yapmaktadır.
                         
 (1915 yılında, beyaz Protestanlar, Atlanta, Georgia yakınlarında bir Ku Klux Klan bir mitingi)


kaynak:


https://onedio.com/haber/17-maddede-abd-tarihinin-kara-lekesi-gizli-ve-acimasiz-nefret-orgutu-ku-klux-klan-713103 

27 Kasım 2018 Salı

Nofab Türkiye'de olabilir mi?

         Fab kelimesi İngilizce'de erkekler için mastürbasyon anlamına geliyor, nofab terimi ilk olarak reddit'te 2003 yılında bi Çinlilerin çalışması (çalışma uygun bi kelime olmasa da) ile bulunuyor bu olaya göre 1 hafta mastürbasyon yapmayan bireyin testosteron seviyelerinde %45 lik bir artış olduğunu söylendi  reddit'te oldukça popüler oluyor daha sonrasında 2011 yılında Alexander Rhodes NoFab isimli oluşumu başlatıyor.
     

NoFab'a katılan Mastürbasyon bağımlılarının 90 gün sonra kendilerine ilahi güçler geldiğini idda ediyorlar özgüvenleri, enerjileri yükseliyor sosyalleşme anlamında daha cesur olduklarını konsantrasyonu ve motivasyonun arttığını cinsellikte cesarette artışlar olduğunu (neden acaba) ve karşı cinse karşı çekici olduklarını söylüyorlar . 

Henüz Türkiye'de pek bilinmeyen olmuşumdur, keza Türkiye'de mastürbasyon bile ayıp karşılanıyorken (kimse yapıyormuş gibi) bide bağımlılığını konuşmak sonrada nofab etkinliğine katılmak için daha çok yolumuz var gibi gözüküyor nofab cinsel ilişkiye karşı bi felsefe olmayıp sadece mastürbasyon ve pornoya karşı olan bir gruptur 

Bazı NoFab üyeleri çocuk yapmak dışında cinsel ilişkiye girmekde yanlış olduğunu söylesede.

Başlayacak arkadaşlara şimdiden başarılar  

26 Kasım 2018 Pazartesi

İstanbul'dan sonra başka şehirde yaşamak

       23 yıl evet dile kolay 23 yıl boyunca yaşadığım gezdiğim insanlarını tanıdığım İstanbul, bu güzel şehirden bazı sebeplerden ötürü başka yere taşındık gerçi hiç itiraz etmedim itiraz edecek durumum yoktu, yormuştu bu şehir beni insanıda kalabalığıda yormuştu. Bi nevi kaçış olarak görmüştüm bu durumu tanıdığın herkesden uzaklaşmak kendine vakit ayırmak kabalıktan kaçmak.
        Ve olduda kaçtım 2 aydır yokum istanbul'da aslında küçükken istanbul'un en yüksek binalarında birinde büyük balkonlu ve büyük salonlu bi dairede oturup haftanın 2-3 günü evde partiler vermekti içinde sürekli kahkahalarin olduğu komşuların sürekli müziğin sesini kısın diye şikayet ettiği bir daire, saçlarım surekli dağınık bol bol sweetshortler ayağımda botlar altımda pijama ile dolaşmayı yapayda olsa bi şöminem olmasını şarabımı içerken dışarıdaki kar yağışını seyretmeyi.
       Kendime bi köşe yapmayı isterdim oldukça rahat bi tekli koltuk yanında tam elimin hizasında bi masa ve üstünde güzel loş bir ışık veren abajur güzel bir manzara ve binlerce kitabımın olduğu devasa bir kitaplık.
      Hayallerim gerçek oldu istanbul'da değilim başka şehirdeyim ama Manzaram güzel puslu ve kasvetli bi havası olmasına rağmen hiç sis eksik olmaz mı bu şehirden evet olmuyormuş, şarap haftada bir icebiliyorum ama İçiyorum tadı umduğum gibi olmasada kütüphanem yok üç beş rafim var onları idareli kullaniyorum eksik olan insanlar kahkahaları umduğunuz o güzel insanlar yok bu şehirde lanet olsun, evdeki eşyalar ben yokken partiler yapıp ben eve girince susuyorlar sanki sırf benim yalnızlığım ile alay etmemek icin sanki susuyor herkes, tek derdimin yağan yağmurun çiçeklerime zarar vermesi olmadan önceydi o kahkahalar sahi bu insanlar nerde?
      Ben gelmeden önce yaşanmış ben gelince baska yere gitmiş o insanlar, yüzleri gülen konuştukça içinizi açan o güzel insanlar başka yerlerdeler, sahi o gülen insanlar nerdeler? Ben nerdeyim ?

Peugeot Efsanesi

Bugün Standel Aslanı’na benzeyen bir sembol, Paris’ten Sydney’e tüm dünya da arabaların, kamyonların ve motosikletlerin üzerinde görüleb...